İş: bir giriş

İş, bu konuda sorunun ne olduğu ve işçiler olarak ne yapabileceğimizi düşündüğümüzle ilgili libcom.org’un kısa girişi.

Submitted by Ed on June 11, 2017

İşte yanlış olan ne?

Çoğumuz için yaşamımızın büyük kısmı işin egemenliği altında. Çalışmadığımız zamanlarda dahi, ya işe gidiyor ya da işten dönüyor oluyoruz, iş için endişeleniyoruz, ertesi gün de işe gidebilmek için kendimizi toparlamaya çalışıyoruz, veya yalnızca işi unutmaya çabalıyoruz.

Hatta daha da kötüsü, işsiziz ve asıl endişemiz bir iş bulmak. Veya yaptıkları ev işleri veya bakım işleri ücretlendirilmeye değer görülmeyen insanlardan –çoğunlukla kadınlardan- biriyiz.

Çoğumuz yaptığımız işi umursamıyoruz, sadece geçinmek için paraya ihtiyacımız var. Ve ayın sonunda, banka hesaplarımız bir önceki aydan hiç de farklı olmuyor. Günlerimizi saatlerimize bakarak harcıyoruz, eve gidinceye kadar dakikaları, hafta sonuna kadar günleri, bir sonraki tatile kadar ayları sayıyoruz…

Aslında sevdikleri alanlarda çalışanlarımız bile işleri üzerinde kontrol sahibi değiller. İşlerimiz bizi kontrol ediyor, onu sanki yabancı bir güçmüş gibi deneyimliyoruz. Çoğumuzun ne zaman çalışacağına veya ne zaman işten çıkacağına dair bir kontrolü yok. İşimizin hızını veya hacmini de kontrol edemiyoruz, ürettiklerimizi, verdiğimiz hizmetleri veya bunları nasıl yaptığımızı da.

Örneğin, hemşireler hastalarına bakmayı seviyor olabilirler ama yine de yatak noksanlığından, yetersiz istihdamdan, cezalandırıcı çalışma saatlerinden veya zorunlu yönetim hedeflerinden usanmış haldelerdir. Ve tasarımcılar yaratıcı olmaktan keyif alabilirler ama kendi yaratıcılıklarını dizginlenmiştir: onlara istedikleri şekilde yenilikçi olmalarını sağlayacak şekilde serbestlik verilmez, genellikle patronların satacağını bildiği mevcut ürünleri iyi şekilde kopyalamak zorunda kalırlar.

Paradoksal şekilde, milyonlarca insan aşırı çalışırken ve çoğu zaman yüksek iş yüküyle ve uzun çalışma saatleriyle başa çıkamazken, milyonlarca insan da işsiz ve çalışma konusunda da umutsuz.

Küresel ölçekte, her sene milyonlarca insan çalışırken ölüyor, milyonlarcası hastalanıyor ve yüzmilyonlarcası da yaralanıyor.

Ve çoğu iş işçiler için son derece zor, sıkıcı/veya tehlikeli ve çevre için yıkıcı olabilir ve bu işler sosyal olarak faydalı bile değillerdir; imalat gibi, bilinçli eskitmeyle ürünlerin bozulması ve insanların bunların yenilerini almaları sağlanır, veya satış ve reklam gibi bütün endüstriler -ki bunlar insanları daha çok ürün almaları ve bunları satın alabilmek için de daha çok çalışmaları için ikna etmek için vardır.

Kullanışlı işlerin çoğu da sosyal olarak faydasız endüstrileri desteklemekte çarçur edilir, telepazarlama çağrı merkezinde, düzmece kozmetik ve tıbbi ürünlerin imalatında veya tek ürünü ölüm olan silah endüstrisinde kullanılmak üzere enerji üretmek gibi.

Otomasyon, makineleşme ve üretkenlik sürekli olarak artarken, çalışma saatleri ve çalışma yılları hiç düşmüyor. Aslında, çoğu yerde artıyor da, emeklilik yaşı yükseliyor ve çalışma saatleri artıyor.

Neden böyle bir iş?

İş ile ilgili bu kadar sorun varken, neden böyle bir iş?

Nedeni aslında çok basit: kapitalist bir ekonomide yaşıyoruz. Bu nedenle işin nasıl örgütleneceğine karar veren de bu sistem.

Kapitalizme giriş yazımızda da altını çizdiğimiz gibi, kapitalist ekonominin esas özü birikimdir.

Para –sermaye- daha fazla para için yatırıma çevrilir. Ve bu bizim çalışmamız sayesinde olur. İşimiz ekonominin temelidir.

Çalışmamız ilk sermayeye değer ekler ve eklediği değer bizim maaşlarımızdan yüksektir. Bu artı değer ilk sermayenin büyümesiyle sonuçlanır, bu da karı ve büyümeyi finanse eder.

Maaşlarımız ne kadar düşükse, o kadar sıkı çalışırız ve çalışma saatlerimiz ne kadar uzunsa bu artı değer de o kadar büyüktür. Bu yüzden özel, kamu ve hata kooperatif sektörlerindeki işverenler bizleri sürekli olarak daha az ücrete daha sıkı ve daha çok çalıştırma çabası içindedirler.

Benzer şekilde, işlerimiz anlamsızlaşmakta ve monotonlaşmakta, bu sayede niteliksiz işçiler o işi daha ucuza yapabilmekte. Ürettiğimiz ürünler ve de hizmetler maliyetleri düşük tutabilmek için genellikle standartların altında kalmakta.

Kitlesel işsizlik, aşırı çalışan işçilerin maaşlarını, işsizler tarafından işlerinden edileceklerinden korkmayan, daha yüksek maaş, daha iyi şartlar ve daha kısa çalışma saatleri talep edebilecek işçilerinki kadar düşük tutmaya yarar. (Bu nedenle hükümetler azami çalışma haftasının süresini düşürerek işsizliği bitirme yoluna gitmezler)

En çok artıdeğer çıkartan ve en çok kar edip en çok büyüyen şirketler en başarılı şirketlerdir. Bunu yapamayan girişimler başarısızdır.

Bir şirket veya endüstri kar edebiliyorsa büyür. Bunun şirketin veya endüstrinin sosyal olarak gerekli olup olmamasıyla alakası yoktur, çevreyi yıkıma uğratması veya işçilerini öldürmesi önemli değildir.

Bu büyüme ayrıca ev işi veya ev içi emek gibi ücretlendirilmeyen çalışmaya da dayanır. Buna yeni nesil işçiler olacak çocukların üretimi ve büyütülmesi ile mevcut işgücüne fiziksel, duygusal ve cinsel hizmet vermek de dahildir. Bu ücretlendirilmeyen emek büyük oranda kadın emeğidir.

Bu konuda ne yapabiliriz?

İşin doğası içinde yaşadığımız ekonomik sistemin geneli tarafından belirlense de, işçiler olarak durumumuzu iyileştirmek için burada ve şimdi yapabileceğimiz –yapacağımız- şeyler var.

Eğer işimiz ekonominin temeliyse, büyümenin ve karın temeliyse, öyleyse eninde sonunda onu parçalayacak gücümüz de var, onu kendimize saklama gücümüz de.

Her gün işin dayatmalarına direniyoruz. Genelde küçük, bireysel ve görünmeyen şekillerde. Bazen geç kalıyoruz, erken çıkıyoruz, meslektaşlarla ve arkadaşlarla konuşmak için zamandan çalıyoruz, acele etmiyoruz, hasta numarası çekiyoruz…

Ve bazen de daha büyük, daha kolektif ve daha agresif şekillerde direniyoruz.

İşi durdurmak –grev- gibi doğrudan eylemlerle, üretim dişlilerini durdurup elde edilecek kârı engelliyoruz. Bu şekilde koşullarımızı savunabiliyor ve patronlardan iyileştirmeler alabiliyoruz.

İşsizler ve ücretlendirilmeyenler de dahil olmak üzere, işçi sınıfı diğer koşulların iyileşmesi için -daha iyi devlet yardımları için ya da yüksek ücretlere veya gerileyen vergilere karşı- birlikte mücadele edebilir.

1800’lerde Batı ülkelerinde çalışma saatleri dehşete düşürücü koşullar altında günde ortalama 12-14 saat ve haftada altı veya yedi gündü ve izin veya emeklilik hakkı yoktu.

İşverenlerin ve hükümetlerin büyük baskılarına karşı gelerek, işçiler kendilerini örgütlediler ve grevleri, işgalleri, iş yavaşlatmaları, hatta silahlı ayaklanmaları kullanarak yıllarca mücadele ettiler, devrim girişiminde bulundular. Ve en sonunda şimdi sahip olduğumuz çok daha iyi koşulları kazandılar: hafta sonu, ücretli izin, daha kısa çalışma saatleri…

Tabi ki Batı’nın dışındaki bir çok işçi hala Viktorya koşullarını yaşıyorlar ve halen ona karşı mücadele ediyorlar.

Eğer ekonomik haklarımızı savunmak için örgütlenirsek, koşullarımızı daha da iyi bir hale getirebiliriz. Ve eğer bunu yapmazsak da koşullarımız aşınarak eski 1800’lerdeki seviyesine inecek.

Sonuç

Hep beraber örgütlenerek hem yaşam koşullarımızı iyileştirebiliriz, bununla da kalmayıp yeni bir toplumun temelini kurabiliriz.

Asla görmediğimiz kârı elde edebilmek için veya ‘sağlıklı’ bir ekonomi inşa etmek için değil insani ihtiyaçları karşılamak için çalıştığımız bir toplumun temelini. Gerekli eşyaları ve hizmetleri üretmek için kendimizi kolektif olarak örgütlediğimiz bir toplumun temelini –aynı 1917’de Rusya’da, 1920’de İtalya’da, 1936’da İspanya’da ve birçok yerde işçilerin yaptıkları gibi. Gereksiz çalışmaktan kurtulduğumuz ve bütün gerekli görevleri olabildiğince kolay, zevkli ve ilgi çekici olarak yerine getirdiğimiz bir toplumun temelini. Liberter komünist bir toplumun temelini.

Çeviri: Yeryüzü Postası.

Comments