Sendikalar: bir giriş

Sendikalar, onların toplumdaki işlevleri ve işçiler olarak onlara nasıl yaklaşmamız gerektiğiyle ilgili libcom.org olarak düşündüklerimize dair kısa bir giriş.

Submitted by Ed on May 14, 2017

İnsanların çoğuna göre sendika, kendi üyelerinin ücret, emeklilik ve kazanım gibi koşullarını korumak ve geliştirmek için kurulmuş bir işçi örgütüdür. Bu kısmen doğru olsa da hikayenin bütününden kesinlikle uzaktadır.

Bu sendikacılığın diğer yüzünü gözardı eder: Gizli kapaklı anlaşmalar, maaş kesintileri ve mevcut koşulların zafer olarak sunulması, grevlerin sonu gelmeyen müzakereler ile iptal edilmesi, üyelere diğer sendikaların grevlerini kırmalarının söylenmesi, sendika eylemcilerinin kendi sendikaları tarafından hizaya çekilmeleri…

Sendika liderleri solcu olsalar dahi bizi defalarca hayal kırıklığına uğrattı. Ve tıpkı siyasetçiler gibi sürekli olarak bir dahaki sefer onları seçersek işlerin daha iyi olacağını söyleyen birileri oldu.

Buna karşın, sorun, yanlış kişiyi seçmiş olmaktan daha derindir.

‘Bürokrasi’

Belirli büyüklükteki sendikaların ücretli çalışanları vardır ve bunlar şirketler gibi örgütlenmişlerdir. Yıllık altı haneli maaşı olan yöneticiler, yukarıdan gelen kararları uygulamak üzere atanmış müdürler ve sosyal demokrat partilere doğru giden bir kariyer merdiveni, beyin takımları, yönetim departmanları vardır.

Sendikalar, iş yerlerinde gönüllü temsilciliklerini yapan işçiler sayesinde işlemektedir ve bu işçiler sık sık sendikal sorunlar sebebiyle mağdur olmaktadır. Bununla birlikte, iş yerindeki sendika üyeleri ve onların temsilcileri sendikanın ücretli bürokratları ile sorun yaşayabilirler.

Bunun nedeni sendika üyelerinin, sendika için çalışan ve onu işleten insanlardan menfaatlerinin ayrı olmasıdır. Sendika liderleri tüzel bir kişilik olarak sendikanın ihtiyaçlarını, kendi çıkarları için mücadele eden işçilerin ihtiyaçlarının üzerinde tutmalıdır. Çünkü onların işleri ve siyasi konumları bu tüzel kişiliğin var olmaya devam etmesine bağlıdır. Bu yüzden sendikayı zor duruma sokabilecek gayri resmi grev gibi bir hareketi desteklemek sendika lideri için muhtemel değildir.

Bölgesel ve yerel düzeyde bile, tam zamanlı sendika çalışanları ile sendika üyelerinin çıkarları ortak değildir. Bu, onların fikirleri veya hedefleri-planları ile değil (tam zamanlı çalışanların çoğu, işçilerin kendi iş yerlerinin ötesinde organize olmalarına yardım etmek isteyen eski iş yeri militanlarıdır), onların maddi çıkarlarıyla ilgilidir. Bir işçi için kazanım daha fazla para, daha uzun molalar, daha iyi çıkarlar demektir. Tam zamanlı bir sendika çalışanı için kazanım ise yönetimle yapılan müzakere masasında bir yer elde etmektir; böylece işçiler üyelik aidatlarını sendikaya ödemeye devam edeceklerdir.

Atanmış veya iş yerinde seçilmiş iş yeri temsillerinin –ki çoğu zaman en militan işçiler arasından seçilirler- durumu karmaşık olabilir. Tam zamanlı sendika çalışanlarının aksine, onlar üretim bölümünde çalışırlar ve kendilerine üretimde çalışanlara ödendiği kadar maaş ödenir. Eğer patron maaşlarda kesinti yaparsa, onlarınki de kesilir. Ve bir iş yeri militanı olarak, rolleri sebebiyle patronları tarafından hedef alınabilirler.

Fakat, onlar aynı zamanda üretim alanında çalışanlar ile sendika bürokrasisinin çıkarlarını dengelemek zorundadırlar. Örneğin, bir sendika temsilcisi sendika işçilere maaşların düşürülmesini kabul etmelerini önerdiğinde öfkelenebilir ama hala işçilerin sendikadan çıkmamaları için uğraş vermek zorunda kalacaktır. Eğer onlar işçilerin çıkarlarını sendika çıkarlarının önüne geçirirlerse kendilerini yalnızca patronlarının değil aynı zamanda sendikalarının da saldırısına maruz kalmış halde bulabilirler.

‘Tarih’

İlk kurulduklarından bu yana sendikalarla ilgili bazı sorunlar yaşansa da bunların bazıları kapitalist toplumun geçirdiği değişim sürecindeki sonuçlardır. Sendikalar geçmişte yasal değildi ve tüm örgütlenme girişimleri şiddetli bir işveren ve hükümet baskısına maruz kalırdı. Erken dönem sendika militanları sıklıkla hapsedilir, sınır dışı edilir ve hatta öldürülürlerdi.

İşçiler tüm baskılara rağmen greve ve savaşmaya devam edip şartlarını iyileştirmeyi başardıkça işverenler ve hükümetler sendikaların yasal kurumlar haline getirilmesinin ve ekonominin yönetiminde onlara söz verilmesinin kendi çıkarlarına olduğunun sonunda farkına vardılar. Bu şekilde işverenler ile işçiler arasındaki çatışma en aza düşürülebilecek ve daha doğrusu resmi “temsilcilerin” bizim adımıza söz sahibi olmasıyla karmaşık hukuki yapılar yaratılarak işçiler ciddi şekilde sınırlandırabilecekti. Benzer biçimde söz hakkımız devlet tarafından denetlenen yasal bir çerçevede denetim altına alınabilecekti.

Bu süreç tarihin farklı aşamalarında farklı ülkelerde farklı biçimlerle gerçekleşti ancak sonuç benzerdir. Batının hemen hemen her yerinde sendikalara rahatlıkla katılabiliriz ama kendimizi işverenlere karşı savunmak için yapacağımız tüm eylemler endüstriyel ilişki yasaları ağlarıyla sınırlandırılmıştır. Özellikle, sendika üyelerinin sözleşme şartları ve koşullarıyla doğrudan ilişkili olmayan grevlerin ve dayanışma eylemlerinin yasaklanması yoluyla etkili grev yapmanın önüne büyük engeller konulmuştur. Sendikaların bu işçi karşıtı yasalara kendi üyelerinin uymalarına zorlaması gerekmektedir. Aksi halde mali cezalarla ve varlıklarına el konulmasıyla karşı karşıya kalacaklar ve var olmaya devam edemeyeceklerdir.

Diğer yandan sendikalar kapitalist ekonomiyi ve onun içerisindeki yerlerini kabul ettiklerinde, sendikaların kurumsal çıkarları ulusal ekonomiye bağlanır. Zira bu bağ sendikaların toplu pazarlık yapma ihtimalini etkiler. Sendikalar kendi ülkelerinde iş imkanı sağlayabilecek sağlıklı bir kapitalizmi arzu ederler çünkü böylelikle insanları sendikalarına dahil ederek onları temsil edebilirler. Bu yüzden sendikaların, 70’li yıllarda Britanya Sendika Kongresi’nin (TUC) yaptığı gibi ulusal ekonomiyi desteklemek için maaşların aşağıya çekilmesine yardım etmeleri, 1. Dünya Savaşı sırasında Avrupa’daki sendikaların yaptığı gibi kendi hükümetleri için savaş seferberliğine yardım etmeye girişmeleri ya da İkinci Dünya Savaşı sırasında militan yapıdaki A.B.D. Birleşik Otomobil İşçileri’nin (UAW) yaptığı gibi grev yapmama taahhüdünde bulunmaları nadir olan olaylar değildir.

İş Yerinde Barış Pazarlamak

Birçok radikal ve solcu sendika üyesi sıklıkla mevcut sendikaları ‘geri kazanmak’ veya bazen de bürokratlar olmadan yenilerini kurmayı savunur. Buradaki esas nokta, sendikaların işlevlerini yerine getirememelerinin nedeninin bürokratlar olmasıdır ve bu bürokratlar bilakis sendikaların kendi işleyişleri dahilinde yaratılır.

Bir sendikanın rolü zorludur: nihayetinde kendilerini, birbirine karşıt çıkarları olan iki gruba (patronlara ve işçilere) ayrı ayrı pazarlamak mecburiyetindedir.

Sendikacıların kendilerini ‘pazarlamak için sendika üyeliğinin çeşitli kazançları olduğunu bize göstermeleri gerekmektedir. Bu bazen, özellikle ilk kez tanınmaya çalıştıkları bir iş yerinde, şartlarımızı korumak ya da iyileştirmek için yönetime baskı yapma konusunda harekete geçmemize yardımcı olmaları anlamına gelmektedir. Bizlerin katılımı sayesinde hem iş gücünün ana temsilcileri olduklarını hem de müzakere ortağı olduklarını yönetime göstermek zorundadırlar.

Yönetim, bir anlaşmaya varıldığında sendikanın kendi üyelerini işe geri getireceğinden emin olmak ister. Aksi halde, yönetim neden müzakere ettiği anlaşmaları sağlayamayacak bir ortakla pazarlık yapsın?

Sendikaların kendi üyelerine karşı tavır almaları, kabul görmüş bir müzakere ortağı olma isteklerinden dolayıdır. Böylelikle, yönetime, onların [sendika olmadan] üyelerini kontrol edemeyeceklerini gösterir. Bu sebeple 1947’de Madenciler Sendikası yöneticilerinin yasa dışı grev yapan işçilere karşı “sayıları 50 bin veya 100 bin olsa dahi” yasal işlem yapılması çağrısı yapması gibi, 2011’de Birleşik Krallık’ta, tabandan örgütlülüğü savunan işçileri “kanser” olarak tanımlayan Birleşik Sendika müzakerecisine rastlayabiliyorsunuz. Benzer şekilde, ABD’deki sendikal hareketin zirvede olduğu 1940’lı ve 1970’li yıllarda, UAW (United Automobile Workers-Birleşik Otomobil İşçileri) izinsiz greve çıkan üyelerini disipline sevk edip, kovuyordu.

Dolayısıyla sendikalar “bizleri sattığında” bu yalnızca onların “işlerini doğru yapmamaları” nedeniyle değildir. Belki de onlar işlerinin bizimle ilgili olan esas tarafını beceremezken diğer tarafı müthiş şekilde ‘hallediyorlardır!’ Nihayetinde, patronları da temsil etmeleri için bizlerin mücadelelerini kontrol altına alabiliyor olmaları gerekir. Ve bu sebeple, sözde “devrimci solun” geçen yüz yıl boyunca doğru görevlileri ve doğru kararları oylayıp seçerek sendikaları radikalleştirme çabası bir çıkmazla son bulmuştur. Aslında sendikal yapı sendikaları radikalleştirmek yerine, devrimcileri ılımlı hale getirmiştir!

Bu temsilci rolü reddedip buna karşı direnç gösteren sendikalar ABD’deki tarihi IWW, Arjantin’deki eski FORA ve İspanya’da günümüz CNT’sidir. Bu reddediş onlara düşük sayıda üye, devlet baskısı olarak yansımıştır.

Çoğu sendika iş yerinde huzuru sağlamak için, zarar görmemiz uğruna da olsa, kolay yolu seçiyor. Şikayet prosedürleri, kağıt işleri ve kapalı kapılar ardında yaptıkları görüşmelerle sorunlarımızı yok sayıyorlar.

Ve elbette işverenler buna bayılıyor. Güney Afrika’daki çok uluslu bir şirketin yöneticisine neden işçilerin sendikasının şirket tarafından kabul gördüğü sorulduğunda şöyle demiştir: “Siz hiç koca bir futbol sahası dolusu öfkeli militan işçiyle anlaşmaya varmaya çalıştınız mı?”

‘Amaca uygun mu?’

1980’lerden beri işçilerin koşullarına ve iş piyasasındaki değişikliklere karşı büyük saldırılar gördük. İşçilerin devamlı olarak iş değiştirmesiyle gündelik, geçici, taşeron işlik giderek yaygınlaştı. Batıda geleneksel endüstriyel sendikaların çoğu kapandı ve yerlerini perakende ve hizmet sektörü gibi tarihsel olarak daha az örgütlü olan sektörlerdekiler aldı.

Bu yeni durum, istikrarlı üyeliğe sahip sendika dalları oluşturmanın çok daha zorlaşmasıyla geleneksel sendikacılığı sarsmıştır. Ancak iş yerlerinde sendikalar çözümü militan işçi örgütlenmelerine destek olup mevcut üyeleri de korumaya çalışmak yerine üyelere süpermarket indirim kartları, üyelik payı ve ucuz sigorta sunmakta bulunmuştur.

Aynı biçimde, iş piyasasının uluslararası doğası da resmi olan sendikaların sarsılmasını ilerletmiştir. İşçiler bir ülkede çalıştırılırken başka birinde de çalıştırılabilir ve şirketler fabrikalarını, ofislerini emeğin ucuz olduğu yerlere taşıyabilirler.

Örneğin, 2011 yılında, İtalya’daki Fiat işçileri kendi sendikaları tarafından işin Polonya’ya taşınması tehdidiyle şartları aleyhlerine düzenlenmiş sözleşmeleri kabul etmeleri yönünde zorlandılar. Bu sırada Polonyalı işçiler Fiat’a karşı mücadele etmekteydiler. Fakat her iki ülkenin sendikaları da işçiler arasında enternasyonal bir ilişki kurmadı.

Kuralları birlikte yıkmak

İşçileri temsil edenlerin yoğun sendika bürokrasisiyle uğraşmaları işleri son derece yavaşlatıyor, temsilcileri bezdiriyor ve mücadelenin içini boşaltan bir hal alıyorken iş piyasasındaki değişiklikler diğer işçileri de mücadeleden uzaklaştırıyor.

Endüstriyel anlaşmazlıklar oluştuğunda, grev yapanlar dahi yalnızca resmi bir grev ayiniyle karşılaşacaklarını fark edebilirken, sendikasız işçiler destek vermek için pek bir şey yapamayacaklarını sezerler: yönetim berbat bir teklif sunar, sendika “kızdırılır” ve bunun üzerine bir ya da birkaç günlük grev çağrısı yapılır, müzakereler tekrar başlar ve grevlere son verilir, üzerinde çok küçük iyileştirilmelerin yapıldığı berbat teklifle yönetim geri gelir ve sendika patronları zafer ilan eder ve bunu üyelerine sunarlar.

Fakat işler daima bu biçimde olmak zorunda değildir. Önemli olan sendika üyesi olup olmadığımızdan bağımsız olarak bizlerin resmi sendikalarca konulan sınırların ve kısıtlayıcı iş yasalarının ötesine geçmemizdir. Farklı temsilciler için oy vermek ya da miladı dolmuş sendikaların şube toplantılarında karar oylamaları yapmak yerine iş arkadaşlarımızla birlikte örgütlenerek onların kurallarını yıkmak ve kendi kurallarımıza göre hareket etmektir:

  • İş yerindeki toplantılar, varsa dahi hangi sendikadan olduklarına, hangi işi yaptıklarına ya da ne tür sözleşmeleri olduğuna bakılmaksızın tüm işçilere açık olmalıdır.
  • Birbirimizin grev hatlarına saygı göstermeliyiz. İşçiler greve çıktıklarında çoğunlukla diğer sendikalardan olan çalışma arkadaşlarının işe gittiklerini görürler. Bu, yaptığımız grevlerin tümünü zayıflatır. Bizler yalnızca birbirmize kenetlenerek iş yerlerinde çalışmayı durdurabiliriz ve patronlarımızı yenebiliriz. Örneğin 2008 yılında Shell’in petrol tankeri sürücüleri diğer şirketlerin sürücüleri grev sınırını aşmayı reddedince enflasyon değerinin üzerinde maaş arttırımı kazanmışlardı. Aynı yıl içinde NUT ve Unison eğitim alanında birbirlerinin grev sınırlarını geçtiklerinde her ikisi de önemli kazanım elde edemedi.
  • Endüstriyel ilişkilerin ait olduğu yasaların kapsamında olsun olmasın istediğimiz şeyi elde etmek için doğrudan eyleme ve kolektif güce güveniyoruz. 2008 yılında Brighton temizlik işçileri yönetimin zorbalıklarına sadece iki gün boyunca yaptıkları sendikasız grevleriyle direnerek kazandılar. Brighton temizlik işçileri diğer bir sendikasız grevi de sendika desteği olsun olmasın aynı yılın sonlarında yapmak istediklerini doğruladılar. Böylelikle, yönetim 2009 yılında işçilerin maaşlarını 8000 Pound’a kadar(işçi başına, yıllık olarak) düşürmeye çalışınca işçiler de yönetimi bundan vazgeçmeleri için yalnızca haftada iki günlük resmi grevlerle zorladı.
  • Grevler yayılmalı. Yaşanılan sorunlar, sıklıkla yalnızca tek bir iş yerini değil tüm endüstriyi ve hatta diğer endüstrileri de etkilemektedir. İş yerlerimiz arası bağlar kurmalıyız ki böylelikle birbirimize destek çıkabilelim. 2009 yılında Total petrol şirketi 51 işçiyi kovmaya çalıştığında herkes destek için ayağa kalkmıştı. Bunun üzerine Total, yasa dışı eylemde bulunmaları sebebiyle 600’den fazla işçiyi işten çıkardı. Fakat, grevler tüm enerji endüstrisine yayıldı ve yalnızca iki haftada tüm işten çıkartılanlar işlerine iade edildi.
  • Dayanışma tıpkı işverenler arasında olduğu gibi uluslararası boyutta olmalıdır . İşleri aldıkları ya da maaşları düşürdükleri için göçmenleri veya fabrikalar denizaşırı yerlere taşındığı zaman yabancı işçileri suçlamak yerine, göçmen işçileri ve diğer ülkelerde maaşlarının ve şartlarının iyileştirilmesi için mücadele veren işçileri desteklemeliyiz. Bu, onlara yalnızca doğrudan yarar sağlamakla kalmayacak aynı zamanda işverenlerin artık onları kullanarak yerli işçilerin ücretlerini düşürememelerini de sağlayacaktır.

Burada bahsedilenler yeni fikirler değildir. Bunlar sendikalı veya sendikasız işçilerin tarih boyunca yaptığı, hala yapmakta olduğu ve bu yüzden sıklıkla hem patronlarıyla hem de sendikalarının bürokrasisiyle anlaşmazlığa-çatışmaya düştüğü fikirlerdir.

‘Sonuç’

Sendikaları çoğu zaman bizlere güç veren örgütsel yapılar olarak görürüz. Şüphesiz ki bu kısmen doğrudur. Bizlerin her zaman fark etmediğimiz (veya en azından o biçimde hareket etmediğimiz) şey ise sendikanın bize verdiği gücün aslında sendikal yapı yoluyla bizlere yönlendirilen -dolayısıyla da kısıtlanan- kendi gücümüz olduğudur.

Yalnızca bunu kabul ederek ve aslında kendi gücümüz olan mücadeleyi kendi elimize alarak -sendika içerisindeki grupları yok sayarak ve birbirimizin grev sınırlarını geçmeyerek, sendikamızın harekete geçmesini beklemeyerek, işgal, iş yavaşlatma, sabotaj gibi (resmi olarak) onaylanmamış eylemler yaparak- kazanmaya başlayabiliriz.

Çeviri: Yeryüzü Postası

Comments